23 Ekim 2009 Cuma

STETESKOP VS BLANKA K-O


Gecenin bir saatinde ne deneyi bu demeyin. 17777. deneyim tam da bu saatlerde yapılmak zorunda. Zamanlama çok önemli zira her an benim için ufak ama insanlık için büyük olabilecek bir patlama yaşamamız mümkün. Tüm bileşen maddeleri cımbızla tutuyorum. Hatta abartıp ne var ne yoksa cımbızla alıyorum. Hızımı alamayıp çoraplarımı da cımbızla çıkardım pratiğim kaybolmasın diye. Ha bir de ortamın 48,5 derece olması gerekiyor. Çok mühim bir deneye devam ederken ayrıca sıcaktan sucuk gibi olmuş durumdayım. Sucuk demişken kahvaltıda da yemiştim üzerinize afiyet. Onları  da cımbızla çevirmiştim. Ayrıca 15000 volt elektrik akımı da lazım bu deney için. Bu yüzden gecenin bu saatini seçtim işte. Bu saatlerde daha ucuz oluyor elektrik. Ütüyü falan da bu saatte yaparsan yarı yarıya geliyormuş fatura diyorlar.

16 Ekim 2009 Cuma

BİRAZ DA BİYOLOJİ ÇALIŞALIM ÇOCUKLAR


Bir bilim insanı için aşk demek, laboratuvar demektir. Kroze demektir, beher demektir, desikatör demektir, test tüpü demektir. Bilim insanı aşkı bunlarda görür. Termometrenin her bir derecesinde hisseder sıcaklığı ve huniden akan her bir damla ruhuna akar adeta.
Her yeni deneyimin başlangıcında işte böyle saçma  sorunsallar takılıyor kafama. Bir öncekinde de kurbağa gözlü muhabir Reha Muhtar'ı takmıştım kafaya. Hani nerede o adam? Peltek konuşmasıyla günün uyduruk haberlerine neşe katardı. Muppet show neyse Reha Muhtar da oydu. Kayboldu gitti yazık. Bence Reha Muhtar televizyon muhabirliği evriminin ilk halkasıydı. İlk halkalar genelde tek hücreli ve şekilsiz şemalsiz olur.
Evrim teorisi ise bence tamamen bir saçmalıktan ibaret. Yaa şaşırırsınız tabi. Bir bilim insanı evrime inanmıyor. Nasıl mı? şöyle açıklayayım. Maymun kadar eblek bir hayvandan geldiğimiz düşüncesini sindiremiyorum bir türlü. Haydi aslan de, kaplan de, olmadı sırtlan de sevgili Darwin ama maymun deme. Hamam böceğine bile razıyım.

14 Ekim 2009 Çarşamba

PALANDÖKEN ŞELALESİ GİBİYİM


Tam üç gündür içim dışım ıhlamur, ada çayı, tavuk suyu çorbası oldu. Ne illet bir şeymiş bu grip denen meymenetsiz virüs. Koydum mikroskoba, inceledim şerefsizi. Çok pis bakıyor soldan soldan. Parmak sallıyor bana o küçücük cüssesiyle. Gelirse buraya daha neler neler yapacakmış falan. Ben de dedim "Oğlum sen bittin artık, havlamayı kes, havlayan köpek ısırmaz. Bir damla 70 derece alkollük canın var. Sinirlendirme lan beni." dedim.  Baktım hala ileri geri konuşuyor, bastım alkolü acımadım, erittim eşoğlusunu. Zaten burnum olmuş bir şelale, sanırsın içeride göl var da oradan akıyor. Harcadığım kağıt mendilin haddi hesabı yok. Gecenin bir saati baktım bitmiş mendil. Banyoya baktım tuvalet kağıdı da kalmamış. İş başa düştü girdim laboratuvara. Kafaya koydum hiç ıslanmayan kağıt mendil üreteceğim diye. O selüloz senin bu kauçuk benim karıştır allah karıştır sonun da ortaya bambaşka bir şey çıktı. Hayır buna bir başarıdır diyemem ama başarısızlık da değil hani. Islanmayan bir kağıt mendilim olamadı ama kapanmayan bir klozet kapağım oldu, çok da şık oldu. Bilim dünyasına katkılarımız devam edecektir efem saygılarımla.

24 Eylül 2009 Perşembe

LABORATUVARIMDA YALAN RÜZGARI



Bilim dünyası çetin cevizdir. Düşündüğünüz kadar sakin değildir aslında. Çok fazla entrika ve dedikodu vardır. Yeni bir formül bulmayagör. Hemen aynısını yapmaya kalkarlar. Her tür pislik vardır bu dünyada. Zalimin zulmü, feleğin allahı hepsi bir aradadır. Geçen gün 57.381 inci deneyimin tam ortasındayken çok ilginç bir şey oldu. Daha önce duymadığım "bızztt dızzt" diye bir ses duydum. Sesin nereden geldiğini anlamak için laboratuvarın her köşesine girdim çıktım. Sonunda köşedeki kaktüsün üzerine monte edilmiş minik bir kamera buldum. Benim daha önce kaktüsün üzerine monte ettiğim 72 kameranın arasında durduğu için farketmemişim. Neyse söktüm kamerayı aaaa bir de baktım arkasından bir kablo uzanıyor. Onu da daha önce yaptığım bir deneyde kullandığım 500 metre kablonun arasına saklanmış olduğu için görememişim. Neyse tuttum kabloyu başladım takip etmeye. Önce yatak odasına girdi bu kablo. Yatak da dahil olmak üzere kenardaki koltuk, komodin ve halının arasından dolanarak abajurun içinden geçip mutfağa girdi. Mutfakta da önce buzdolabının içinden geçti sonra bütün mutfak dolaplarını falan derken bu şekilde bütün evdeki bütün eşyaları dolaşıp banyoda klozetin içinde bitti. E tabi oraya elimi sokup da devam edemeyeceğim için bir hışımla çektim kabloyu. Çekmemle birlikte elektrikler puf diye söndü. Bir anda devam etmekte olan deneyimi elektrikli karıştırıcıda bıraktığımı hatırlayınca artık önümde ne varsa devirip laboratuvara  koştum. Fakat zamanında yetişemediğim için karıştırıcıdaki gizli karışımım reaksiyon göztererek ufak çapta bir patlamaya sebep oldu. Tabi o kargaşadan sonra bir daha ne kablonun ucunun nereye vardığını ne de sahibinin kim olduğunu öğrenemedim. Bir sonraki gün kapıya dayanan elektrik idaresi memurlarının söylediğine göre oturduğum semtin ana arteri benim evden geçiyormuş. Kablo da onun kablosuymuş. Tabi inanmadım ben bunlara. Biri kesin benim deneyleri izliyor.

18 Eylül 2009 Cuma

BUNALIMA GİRDİM-BUNALIMDAN ÇIKTIM


Sevgili takipçilerim. Yakın bir zamanda çok sıkıcı anlar yaşadım. Tam 5400'üncü deneyimi yapmanın verdiği mutlulukla pasta kesip mum üfleyecekken en sevdiğim beher kabımda bir çatlak olduğunu gördüm. Daha önce anlamalıydım çünkü 5396,5397 ve 5398. deneylerimde de bu kabı kullanmış ve sıvı akıttığını fark etmiştim ama bunu beherime yakıştıramamış ve görmemezlikten gelmiştim. Kim bilir neden çatladı benim kıymetli beherim. Tam 100 ml'lik bir beherdi ve her 10ml si işaretliydi. Küçücük kırmızı rakamlar pırıl pırıl parlıyor, damlalığı göz kamaştırıyordu.
Hatta "Kurnaz" gazetesinin "Eblek" ekinde, iyilerin dostu, kötülerin düşmanı, mazlumların ahı, şahbazların şahı köşe yazarı "Sosyopat Abla" köşesine dahi mektup yazarak derdimi anlatıp bir derman bulması için yalvardım. Tabi ki cevap beni tatmin etmedi. Şöyle ki Sosyopat Abla'nın önerdiği "Kendini odana kapamalı, Coşkun Sabah'tan "ya lelli ya lelli gözler sürmeli" isimli parçayı gün batımından şafağa kadar dinlemeli ve kendi çevrende dönmelisin." cevabı doğal olarak bilim insanı kişiliğimle örtüşmedi.
En sonunda soluğu Eminönü toptancılar yokuşundaki laboratuvar malzemeleri dükkanında aldım. Bir önceki gidişimde kavga edip kovulmuş olduğum bu mekana geldiğimde kapıya asılmış ve üzerinde çarpı olan fotoğrafımı görünce pek de şaşırmadım ama sinirlendim çok. Bir hışımla içeri girip vitrindeki beher kabına hamle edip kaptım. Beni gören dükkan sahibi yerinden fırladığı anda elimde tuttuğum eski beheri kafasına fırlatmak suretiyle kazandığım 2.88 saniye içerisinde de kapıdan çıkarak yokuş aşağı koştum. Bunalım falan kalmadı o anda, şahane bir insan oldum.

15 Eylül 2009 Salı

KENDİMİ KLONLAMAYI BAŞARDIM

Evet yanlış okumadınız. Sonunda kendimi klonladım. Çok da şahane oldum ha. Eksik gördüğüm bir kaç şeyi de düzelttim. Böyle süper bir ben oldu. Adını Klon-1 koydum. Biraz önce verdim eline süpürgeyi, laboratuvarı temizliyor kerata. Ben de bilim dünyasına olan katkılarımı daha geniş bir zaman çerçevesinde geliştiriyorum.
Çok mühim işlerimi kendim yaparım ben. Öyle klon mlon yapamaz benim işlerimi. Ama güzel temizlik yapıyor ha, bir de yemek yapsa süper olacak. Tabi vakti kalmıyor pek yemeğe falan. Çamaşırdı, bulaşıktı derken akşamı ediyor. Bir tane de yemek yapanını yapacağım bunun. Oh deymeyin keyfime.
Sabah ev sahibi geldi. Kapıyı açtı bizimkisi. Tabi adam hemen başladı " Kira gecikti vır vır vır..." sonra içeriden ben seslendim "Ne oluyor orada?" diye. Adam önce bir afalladı falan, uzaktan görüyorum. Sonra kapıya geldim bu iyice şaşırdı. Dedim "Hayrettin amca bu benim klon." anlattım böyle şöyle diye tabi heyecanlıyım da yeni bir buluş yapmanın mutluluğu basmış. Hemen demez mi " Bana da yap bir tane o zaman. Bir sonraki kiraya sayarım." diye. Çok sinirlendim tabi. Vurdum kapıyı suratına.

9 Eylül 2009 Çarşamba

MERHABA BEN KILARK KENT BANA KISACA SÜPERMEN DİYEBİLİRSİN

Bu gün kapım çaldı, sevgili postacım Abbas geldi yine. Postacım diyorum çünkü kendisi devlet tarafından bana özel tahsis edildi.

Şu internette ne ararsan var. Her gün alışveriş ediyorum. Daha 2 gün önce 100 gr Ribonükleotid sipariş ettim Tayvan'dan. Ondan önceki gün de nükleer bir element olan Abazonyum istemiştim Rusya'dan. Şans bu işte ikisi de aynı anda geldi.

Her gelene kapı açmıyorum elbet. Hele hele Abbas gelince bi yirmi dakika bekliyor kapıda çünkü radyasyon koruyucu kıyafetlerimi giymem gerekiyor kapıyı açmak için.

Neyse efendim abbas geldi. Açtım kapıyı, elinde iki tane paket. Pek de bir küçükmüşler hevesim kırıldı. Bir metrelik çelik kancamı uzatıp aldım paketleri. Abbas da bön bön bakıyor. Yine tutamadı dilini "Yaw amma bekletiyorsun her seferinde, iki küçük paket için velvele yapıyorsun" dedi.Ben de keh keh güldüm.

Apartman biraz loştu, Abbas hafif bir ışık saçıyordu. Arkasnı döndü ve asansörün düğmesine bastı. Basmasıyla birlikte düğme eridi ve içeri göçtü. Abbas mahçup bir gülümsemeyle dudaklarını büktü. Yavaş çekim bir Türk filmi edasıyla merdivenlere doğru süzüldü. Ben keh keh diye gülmeye devam ettim.

2 Temmuz 2009 Perşembe

UFO GERÇEKLERİ


Bu sıralarda bir UFO furyasıdır aldı başını gidiyor. Eline teleskobu alan, kamerayı alan UFO görüntülüyor. Bir de bunu marifet sayıyor. Bir kere görüntülemek değil asıl yakından görmek marifet. Bundan on sene önce, 178. deneyim için arka bahçeden patlıcan ve domates toplarken geldi bunlar. Böyle kocaman, yuvarlak bir araç. Puf dedi indi yere. Tabi inerken de elceğizlerimle diktiğim, canım börülcelerimi hacamat etti. Bir hışımla gittim aracın yanına. Kapısını bulmak için çevresinde bir tur döndüm. Sonra pıssss... tıpıss... diye bir ses geldi. Baktım kapı açılıyor. Gittim vurdum kapıya. Bir yandan da bağırıyorum " Çık ulan dışarı, hesap vereceksin bana!" diye. Aheste aheste açıldı kapı. Böyle dumanlarla mumanlarla kavruk bir şey çıktı dışarı. Yapıştım yakasına " Terbiyesiz herif, adam gibi bir yere park etsene şu gemini, geldin bahçemi mahvettin." dedim. "Pardon kardeş bilemedim, buraların yabancısıyım. İçerde hanım, çocuklar falan var, acı bize." diyip, süt dökmüş kedi gibi bakınca yüzüme, yumuşadım biraz. Sinirimi bir kenara bırakıp Türk misafirperverliğini göstermeyi seçtim. " e buyrun o zaman bir kahve yapayım size laboratuvar ortamında. " dedim. Ardından da " daha bir köpüklü oluyor öylesi." diye espri de yaptım. O gün bu gündür kanka olduk. Her yaz geliyorlar 15-20 gün kalıyorlar. Bir muhabbet bir muhabbet.

13 Haziran 2009 Cumartesi

UYKUSUZLUK



Bu gün gözlerimi ovuşturarak kalktım. bir önceki geceden uykusuzum çünkü. Gece gece deney yapasım tuttu. hatta hızımı alamayıp bir de üzerine şehriyeli pilav yaptım yedim. Nasıl mideme oturmuş. Yattım, bir o yana dön, bir bu yana dön, sabah ezanıyla irkilmişim. Bizim buradaki hoca da bir detone okuyor sormayın. adam sabahın kör vaktinde afyonu daha patlamadan minareye çıkıyor herhalde. Sesi o biçim boru. Buradan yetkililere sesleniyorum. Şu imamlarınıza her ay birer koli kahve, birer koli enerji içeceği, iki ekmek, bir kangal sucuk yollayın. Yazık gariplere. Çekilir mi öyle uykusuzluk her gece, her gece. Ben bir gece uykusuz kaldım şaftım kaydı. Ama bir de deney yapmışım ki öyle böyle değil. Cillop gibi deney. Bir daha yap desen üşenmem yine yaparım. Bir gece daha uykusuz kal desen yine kalırım. Bilime canım feda.

3 Haziran 2009 Çarşamba

BAĞIMLILIKLARINIZDAN KURTULUN


Geçen gün beni şok eden bir şey öğrendim. Her tür dumanlı tütün ürününe karşı olan ben, meğerse çikolata bağımlısıymışım. Şimdi diyeceksiniz ki çikolatanın dumanı nerede? Ben de diyeceğim ki üstünde. Şöyle ki. Ben bu çikolata denen bağımlılık yaratıcısını öyle paketten çıktığı gibi yiyemiyorum. Önce paketi açıyorum. Sonra ufak parçalara ayırarak 50 ml lik beher kabına aktarıyorum. Altına bir başka kap içine 100 gr ince alçı ve bu alçıyı kulak memesi kıvamına getirecek kadar (yaklaşık 30ml) su ekleyerek karıştırıp daha önceden hazırladığım içinde çikolata parçaları olan beher kabını daldırıyorum. Şimdi ne oldu? Benmari oldu. Ama nasıl oldu? Laboratuvar ortamında benmari oldu. Alçı, su ile karışınca ekzotermik reaksiyon oldu yani ısındı. Böylece içine daldırdığım beher kabındaki çikolata da eridi. Üstünden dumanı dahi tüttü yaaaa. Demek ki dumanı tüten her şey bağımlılık yapabiliyormuş. Dikkat etmek lazım.

31 Mayıs 2009 Pazar

YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULDUM


Bu gün bilim için ne yaptım? Çok şey yaptım ama hiç bir şey yapmadım. Vay vay vay amma felsefik bir cevap oldu bu. Bu gün bilim için yaptığım her şey yarın öbür gün bir işime yarar elbet. Yaramasa da yıllar sonra belki birileri benim bilim adıma yaptığım çalışmaları sanki ilk kendisi yapıyormuş gibi ortaya çıkarsa, "nah işte ben bu çalışmayı yıllaaaaar önce yaptıydım" diyerek suratına yapıştırırım çalışmamı. Öyle eblek eblek baka kalır. Ben de hin hin gülerim. Tek kaşımı kaldırır, elimi çeneme koyup, gözlüklerimin üstünden bakarım. İşte o an benden kralı olmaz. Beyaz önlüğümün de üstümde olması lazım tabi yoksa nerden bilecekler benim bilim insanı olduğumu değil mi efendim. Ben hemen şu önlüğümü bir yılayayım, ütüleyeyim de hazır olsun...

DOMUZ GRİBİNE ÇARE BULUNDU


Domuz gribi mi oldunuz? Burnunuz mu akıyor? korkmayın...Mucizevi ilaç Domuzgripin çıktı. İçinde her derde deva "Farfarel 100 Vitamin D8" bulunan bu mucizevi ilaç, domuz gribi denen naneyi şıp diye geçiriyor. Bir tane almanız yeterli. Peki kutu içerisinde bulunan diğer 59 kapsülü ne yapalım diyorsanız. Onun da çaresi var. Atın çöpe gitsin. Yok yok atmayın şaka yaptım. Önce tüm kapsülleri tek tek açıp temiz cam bir bardağa doldurun. elde ettiğiniz karışıma bir çay kaşığı kara biber, bir fiske kanola yağı, üç damla sirke ve iki kilo soyulmuş patatesi ilave edip kulak memesi kıvamında bir hamur elde edin. Bu hamuru 120 derece fırına sürün sonra çıkarıp ayaklarınıza sürün. Oh sıcak sıcak iyi gelir.

ATOM FİZİĞİ VE BEN


Aylar hatta yıllardır süren atom fiziği çalışmalarım hala sürüyor. Her gün yeni bir şey keşfetmeyi bekliyorum ama atom sosyetesi çok banal bir ortam. efendim parçacıklar birbirine yapışıyor, yeri geliyor çarpışıyor falan, böyle bir gram enerji çıkıyor da sanki şehir aydınlatıcaz peeeh yüz mumluk bir ampul bile yakmaya yetmez o enerji. Bazen kendime soruyorum ben ne yapıyorum diye.Boş beleş işlerle mi uğraşıyorum acaba diye düşünüyorum bir yandan, Bir yandan da yıllarımı verdim bu işe, kıyamıyorum yani o kadar.