17 Aralık 2010 Cuma

LABORATUVARIMDA IŞIK HIZINA ULAŞTIM

Bu gün bilim seven sayan bir arkadaşım beni ziyaret etti. Gelirken çiçek de almış sağolsun. Yalnız bu çiçek bildiğiniz çiçeklerden değil. "Dionea muscipula" isimli bu bitki ülkemizde "venüs sinek kapanı" olarak da biliniyor. Gayet avcı bir yapıya sahip. Yaz gecelerini kabusa çeviren şerefsiz sinekleri çıtır çıtır yiyor. Mevsimlerden kış değil de yaz olsaydı daha makbule geçecek bir hediyeydi ama olsun ben yaza kadar onu kendi icadım olan süper etkili yapay gübreyle besleyip semirtir, gelişmelerden sizleri de haberdar ederim.
Arkadaşım geldiğinde ben de tam 16,754 üncü deneyim olan "ışık hızına ulaşmak" üzerinde çalışıyordum. Tabi misafir gelince "dur bi ben ışık hızına çıkıp geleyim" diyemiyorsun. Hemen çayı koydum bir de çabuk elden kek yapıverdim. Muhabbet ederken bu birden "uykum geldi benim" dedi. Kibarca salondaki çekyatı açıp yastık yorgan verdim. "Aaaa olmaz ki, ayıp şimdi..." falan derken uyudu bu. Eeeee misafir bekleyebilir ama deney beklemez. Çayına karıştırdığım ilacın yaklaşık 65 dakikalık bir etkisi var. O sırada ben de deneyi bitiririm sonra sohbete kaldığı yerden devam ederiz.
Işık hızına ulaşmak için Cern deneyindeki gibi devasa bir  tünele ihtiyacınız yok. Adamlar refah düzeyi yüksek bir ülkede yaşıyorlar diye har vurup harman savurmuşlar, eşek yüküyle masraf yapmışlar. Oysa ki üç tane 1,5 litrelik pet şişeyle de yapılabiliyor o deney. Ben de öyle yaptım. Üç pet şişenin de başlarını ve diplerini kesip bildiğiniz koli bantıyla birleştirdim. Bir önden bir arkadan gama ışınını verip de atom parçacıklarını ortama salınca bir neşeleniyorlar sormayın. Vızır vızır dolaşmaya başlıyorlar, sanki düğün var içeride de davul zurna eksik.
Bu atom parçacıkları gama ışınını yedikçe coşuyor, costukça coşuyorlar ve yaklaşık 15 dakika içinde ışık hızına ulaşıyorlar. Tabi burada deneyin asıl amacından da sapmamak lazım. Gerçekleştirmeye çalıştığım şey ise minik tünelin tam orta noktasına koyduğum içeriği baz olarak neon gazı, fosfor ve bir takım gizli malzemelerden oluşan  özel bir karışım ile dolu olan minik kapsüllerin bu ışık hızına ulaşmış olan parçacıklarla buluşmasını sağlamak. Eğer deneyim başarılı olursa bir kapsül alıp Edirne'den Ankara'ya koşarak 35 saniyede ulaşmanız mümkün olacak. 
Arkadaşım uyandığında deneyimi tamamlamış ve kapsülleri hazırlamıştım. Oturduk biraz sohbet ettik. O sırada başının çok ağrıdığını söyleyerek izin istedi benden. Ben de fırsat bu fırsattır diyerek ağrı kesici niyetine benim kapsüllerden verdim bir tane. Kapıdan uğurlarken de "Ankaradakilere selam söyle benden "dedim espri olsun diye.


27 Ağustos 2010 Cuma

ORADAYDIK VE HALA ORADAYIZ

Bir yanım korku dolu dakikalar yaşarken diğer yanım mutluluktan uçuyor. Evet bir kenara not alayım önümüzdeki günlerde ikiye bölünmüş kişiliğimle ilgili de bir kaç deney yapayım.
Günlerden çarşamba idi. Hava açık ve net, bulut hareketleri kuzey yönüne hızlı ve akıcı devam ediyordu. Hatta bir tanesin puf bir koyuna, bir diğerini de difiblikatöre benzetmiştim. Arka bahçenin çimenleri uzamış sırtıma batmaktaydı. Yine bir kenara not aldım, en kısa zamanda bu çimenlerin hepsinin aynı boya kadar uzaması ve o boyda kalması üzerine bir kaç deney yapmalıydım. Sonra, "Ammaaannn boşver" dedim sevgili okur. Ne de olsa şahane bir iş başarmıştım. O anda benden kralı yoktu. Hatta hem kral hem kraliçe hem de vezir modundaydım. Çünkü teleportasyon makinesini icat etmiştim. Hayır yanlış okumadın okur, doğru okudun. Dur bekle başa dönme, gözlerine inanabilirsin, evet buldum yeeeeaaahhhh.
Olay tamı tamına şöyle gerçekleşti. Evdeki telefonun faturasını ödemeyi unutmuşum. Mahallede bin yıllık olduğunu tahmin ettiğim bir telefon kulübesi var. Şansımı denemek için gittim kulübeye. İçeriye girer girmez inanılmaz bir fikir patlaması yaşadım. Kulübeye gelen güneşin açısı, içerideki sıcak ve kokuşuk hava, ahizenin yapış yapış olmuş kulbu ve kordonu, yıllardır ufak bi dokunuşu bekleyen teleportasyon projemi tamamlayabileceğim son dokunuş için gerekli bilgiyi sağladı bana. Hemen kulübeyi söktürüp laboratuarıma taşıttım ve çok da uzun sürmeyen bir çalışma sonucunda icadımı tamamladım. Sıra ışınlanacak alanın belirlenmesine gelmişti. Yengemlerin evi ile amcamların yazlığı arasında kaldım. Çünkü biri Bodrum'daydı ama sahili taşlı ve yosunluydu. Diğeri ise Şile'deydi ama kumsal pek de yakında sayılmazdı ve yürürken amele yanığı olma ihtimali yüksekti. Bu yüzden ben de Emirgan'da oturan halamların evini seçtim. Hem manzarası güzel hem de eniştem güzel hamsi tava yapar. Böylece koordinatları halamların evine göre girip bastım düğmeye. Bir kaç ışık patlamasından sonra hala laboratuarda olduğum için şaşırırken bir anda boyumun oldukça kısalmış olduğunu farkettim. Sonra telefon çaldı. Neyse ki kabindeki ahizenin kordonu uzundu ve çekerek alabildim. Arayan halamdı. Sesi ağlamaklı geliyordu. Dedim ki "halacığım endişelenme. Enişteme söyle arabaya koysun getirsin diğer yarımı." Halam da " Enişten uyuyor, uyanınca getirse olur mu evladım?" dedi. Ben de " Çok geçe kalacak olursa sal yürüyerek gelsin benim bacaklar." diyerek espri yaptım. Halamla gülüştükten sonra telefonu kapatmadan "bari o arada patatesli börek yap da eniştemle onu da gönder" dedim ve bıraktım ahizeyi elimden.  Sonrasında kollarımın da yardımıyla biraz hareket edeyim dedim ama ancak arka bahçeye kadar çıkabildim. Bir kenara not alayım, en kısa zamanda kol kasları üzerinde de çalışılacak. Eniştem gelene kadar çimenlerin üzerinde dinlenmekten başka bir alternatifim  yok zaten. Haa unutmadan bir önceki deneyimin sonucunu merak edenler olabilir. Akşam kardeşim üzerine su döktü, elektrikler kesildi çalışamadım, köpek yedi...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

ARA SICAKLAR

Bu şahane sıcak yaz gününde bir elimde meyvalı sodam diğer elimde kolonya şişesi ile serinliğin engin sularında yüzüyorum adeta. Bilimsel çalışmalarımın beklemeli deney safhasını yaşıyorum son bir aydır. Yeni ürettiğim bir bakterinin çoğalma ortamını en uygun şartlarda yaratmak için oldukça çaba sarfetmem gerekti. 15.215 inci deneyimin kahramanı olan bu akıllı minik varlıkların çok büyük bir bilimsel buluşun ilk adımı olacakları kanısındayım. İlk ürettiğim 3 adet bakteriden ki ben onlara Şinasi, Kadir ve İnanır isimlerini koydum,  Kadir olanı bakkal Mustafa'nın üzerinde denemek suretiyle başarıya ulaşmış olmanın dayanılmaz mutluluğunu yaşıyorum. Görevi vücudu ele geçirip istenilen komutu canlıya yaptırmak olan bu bakteriler malesef henüz bağışıklık sistemi karşısında çok uzun süre dayanamıyorlar. Bu değerli bakteriler hayvan deneklerim üzerinde harcanamayacak kadar nadir olduklarından yani onları üretmek için sabredemeyeceğimden dolayı.
Bir damla saf suyun içine koyduğum Kadir'i binanın altında volta atan bakkalın üzerinde denemeye karar verdim. Damlayı bakkal Mustafa'nın kafasına isabet ettirdikten sonra bilgisayarımın başına geçip Kadir in hayatta kaldığı on dakikalık süre boyunca bakkal Mustafa'ya mahallenin geniş asfalt yolunun ortasında çeşitli jimnastik  hareketleri, plates programı ve Havai kankan dansı yaptırmak oldukça eğlenceliydi. Şimdi Şinasi ve İnanır rahat bir kapaklı beher kabının içerisinde, uygun ısıda, muhteşem besin maddeleriyle donatılmış, soft bir müzik eşliğinde kendi kolonilerini oluştururuyorlar. Yaklaşık on gün sonra  yeterli sayıya ulaşmış olacaklar. Inınnnnnn bitmeyen yazı.... arkası on gün sonra.

9 Haziran 2010 Çarşamba

İSTİLA

 Bilime olan katkılarım sebebiyle sürekli ödül alıyorum. Özellikle yaz aylarında o tören senin bu tören benim koşuşturmaktan helak oluyorum. Tören sonrası parti ortamlarının da kralıyım. Alkol bünyeye girince kendimden geçiyorum. Bir kaç toplantıdan atılma sebebim de bundandır. Çok tezat bir davranış değil mi a dostlar. Hem yaşam boyu bilime adanmışlık başarı ödülünü ver hem de iki olay çıkarttık diye velvele yap. Çok ayıp çok.
Tüm törenler şehir içinde olmuyor elbet. Hatta pek çoğu güzel tatil beldelerinde beş yıldızlı ve yaldızlı ortamlarda gerçekleşiyor. Geçen ay bu beldelerden birinde düzenlenen bir tören ve bilim fuarı için evden ve laboratuarımdan yaklaşık üç hafta kadar ayrı düştüm. Geri döndüğümde ise ne göreyim. Ortamın boş bulunmasını fırsat bilen hain böcekler laboratuarımı basmışlar. Öyle abartmışlar ki birdir bir, saklambaç, uzun eşek falan gibi oyunları da tezgahımın üztünde, utanmadan bir de gündüz vakti oynuyorlar. 3841. deneyimde başarı ile gerçekleştirdiğim "karafatma beynine nano işlemci yerleştirme" işlemimde kullandığım 7 numaralı deneğimi ( ki ben ona "Kara Kazım" diyordum) aradı gözlerim. Kazım'ın beynine yerleştirdiğim nano işlemcilerlerle onu popülasyonunun lideri yapma yolunda oldukça zahmetli bir dönem yaşamıştım. Beynine verdiğim komutlarla önce ona sadık ufak bir böcek topluluğu oluşmasını sağladım. Sonra bu minik topluluk Kazım'ın aslında ezilmiş ve mağdur bir lider olduğunu tüm karafatmalar arasında yaydı. Kazım'ı destekleyen ve desteklemeyen iki grup oluştu ve kısa bir süre sonra birbirlerine daldılar. O dönemde çok güzel bir kıyım oldu yüzlerce böcek birbirlerini katlettiler. Evim böceklerden arındı ve oraya buraya böcek ilacı koymak zorunda kalmadım. Sonra şehir dışına çıktım ve döndüğümde manzara bu şekildeydi. Hemen bilgisayarımı açıp Kazım ile iletişime geçmeye çalıştım. göstergeler masamın altını işaret ediyordu.  Başımı eğip masanın altına bakınca ne göreyim? Ölen binlerce karafatmanın kırkı çıkmadan çalışmalara başlamış, siyasette yeni bir beyaz sayfa açmış, Kara sineklerle kalorifer böceklerini kendi tarafına çekmeye çalışıyor.
 Deneyim başarıya ulaşmanın ötesine geçmiş, yok edilmesi gereken hedef kitle büyümüştü. Muhtemelen kara sinekler ve hamam böcekleri de birbirine düşecek ve ben son hamle olarak temizlikçiyi çağırıp savaştan arta kalanları toplatacağım.Nihahohhaaaa...

23 Nisan 2010 Cuma

BAYATLAMIŞ EKMEKLER NASIL DEĞERLENDİRİLİR

          Sanki ülkede kıtlık varmış gibi eve her gün iki tane ekmek alıyordum. Mutfak olarak kullandığım bölge ekmek cennetine dönüşmüştü. Dün artık isyan ettim. Kapıcıya dedim ki "Artık ekmek getirme bana, önce evdekileri tüketeceğim". Çalışma bağımlısı bünyem, son bir kaç gündür deney yapmadığı için hamlaşmıştı zaten. Hemen laboratuarın kapısını açtım. Ekmekleri tezgaha yığdım. Öyle poşetlerde değil açıkta beklettiğim için küflenmemiş ama mis gibi taşa dönüşmüş ekmekler. Kesmeye çalışsan kesilmiyor. Kırmaya çalışsan kırılmıyor. Hemen pencereyi açtım. Yoldan geçen bir vatandaşın kafasına ortaladım ve görünmemek için eğildim. Duyduğum argo kelimelerden anladığım kadarıyla herhangi bir yaralanma olmamış. Deney seyir defterimi açıp notumu aldım. 67.241 inci deneyim "Taşa dönüşmüş ekmekleri değerlendirme". Deney 1: Silah olarak kullanımda başarısız.
           Ardından bileşenlerine ayırıp bir kaç saat inceledim. Deney 2: Radyoaktif elemente rastlanmadı. Oysa ki adım gibi emindim az da olsa bir şeyler bulabileceğime.
           Sonra acıkıp daha bayatlamamış olanlardan bir tanesini sandviç yapıp yedim. Deney 3: Besin maddesi olarak kullanımda başarılı. Bilmediğiniz bir şey olmadığının farkındayım ama ben her deneyimi not ederim. Prensip meselesi.
            En son deneyimi bir kaç saat önce tamamladım. Deney 4: Mor ötesi ve kızıl ötesi ışın geçirmezliği testi, başarılı. Yaaa....yaaa.... hatta şimdiye kadar gördüğüm en dayanıklı madde diyebilirim size. Anlamayanlar için açıklaması ise şöyle. Bir atom bombası patladığını ve her yere radyasyon yayıldığını üşünün. Bayat ekmeklerden yapılmış bir barınağın içinde tamamen güvende olacaksınız. Ya da nükleer santralde çalışan vatandaşlar artık bayat ekmeklerden yapılmış kıyafetler giyecekler ki yine radyasyondan etkilenmesinler. İşte bilimin gücü bu. Bir deney serisi daha burada sonlanıyor bilim sever zihinler. Gerisini köfteye katayım bari.

17 Nisan 2010 Cumartesi

MARS'TA SU BULDUM

Koskoca NASA bile bulamadı sen nasıl buldun diye sorarsanız size cevabım şu olur. Yüksek yerlerde tanıdıklarım var hem de çok yüksek hehhehhee. Daha önceki bir yazımda uzaylı bir aileyle nasıl tanıştığımdan bahsetmiştim. Bilen bilir, bilmeyene de link vermiyorum arasın bulsun, öyle hazıra konmak yok.
Sevgili uzaylı arkadaşım Xodhyu... neyse asıl ismini bir türlü anlayamadığım için ben ona kısaca X diyorum. Hayırlı bir çocuktur. Her bayram hanımı çocukları alır elimi öpmeye gelir ben de onlara mendil içinde lokum ikram ederim. Oralarda çok meşhurmuş bizim lokumlar. Tabi bunlar eciş bücüş ve yeşil olduklarından çarşıya inip alamıyorlar. Ben de her bayram bir kutu paketleyip akrabalarına da versinler diye hediye ediyorum.
Geçen bayram geldiklerinde, 86732. deneyim için hazırladığım düşük yer çekimi kontrollü uzaktan kumandalı test aracımı henüz tamamlamıştım. Evlerine giderken bir zahmet Mars'a da uğrayıp makinemi sakin bir köşeye bırakmalarını rica ettim. Önümüzdeki bayram da gelirken yine uğrayıp geri getirecekler.
Tabi o arada ben de boş durmuyorum. Aracı laboratuarımdan kontrol edebildiğim için her gün bulduğum yeni elementlere isim veriyor, örnekleri depolatıyorum. Dün yine aracı gezintiye çıkardım. Daha önce gitmediğim bir yöne doğru bastım gaza. Çok pis gaza gelmişim ama sanırsınız rallideyim. Yer çekimi de düşük olduğu için dünyada en fazla 50km hız yapabilecek olan makine orada bastınmı 300 le gidiyor. Taştı topraktı tozu dumana katarak ilelerken bir anda ufuk çizgisi yukarı kaymaya başladı. Araç düşüyor ama bildiğin uçurumdan aşağı. Bir yarım saat kadar düştü. İlk on dakikasında midem bulandığı için sonraki yirmi dakikayı seyredemedim. Televizyonda vahşi kaplanlar su aygırlarına karşı isimli belgeseli açtım seyrettim. Löş diye bir ses gelince fırladım tabi yerimden.
Laboratuarda çalışırken üzerine kahve falan dökerim diye suya dayanıklı yapmıştım aracı. İyi ki de yapmışım. Dibe inince tekrar hareket etmeye başladı. Bir deniz var bir deniz ki sormayın cennet mübarek. Meğer Mars'ta hayat suyun dibindeymiş. Mağazalar, dükkanlar, cafeler barlar ne ararsan var. Hazır inmişken barlar sokağını sordum sokakta yürüyen bir gence. Sağolsun sokağın başına kadar eşlik etti araca. Bir kaç bara girip ortamları denetledim. Sonra alışveriş merkezine gidip biraz üst baş aldım. Artık önümüzdeki bayram giyerim.

7 Mart 2010 Pazar

ZAMAN MEKAN VE LAHMACUNLAR

Paralel evrenler, zaman ve mekan kırılmaları üzerine yürüttüğüm çalışmalarım doğrultusunda yaptığım 18.300 üncü deneyimde sizlerin "zaman makinesi" olarak adlandıracağınız benim ise kısaca O.S.M.A.N ( Oluklu Sarmal Mukavva Altında Nitrokromojen) ismini verdiğim icadımı %100 verim ile çalıştırmayı başardım. İlk denemem tabi ki kısa bir süre için oldu. Yaklaşık 10 dakika öncesine dönerek kendime sinsice yaklaşıp enseme bir şaplak attım. Böylece yaklaşık 20 dakika önce enseme şaplak atan şerefsizin kesinlikle kendim olduğunu kanıtlamış oldum. İkinci seferde biraz daha öteye geçip zamanda 2 saat ileriye gidip sipariş ettiğim lahmacunları yine geç getireceğini tahmin ettiğim ve tahminimde yanılmadığımın kanıtı olarak kapımı çalan köşedeki kebapçının çırağının ensesine okkalı bir şaplak atıp hemen geriye döndüm. Bir kaç saat sonra her zaman çat kapı gelip konsantrasyonumu bozan amcamın gerzek oğluna yine iyi niyetimle deneyimi anlatırken "Çok eğlenceli bi şey lan bu, beni geçmişe gönder de at yarışı oyniiim" şeklindeki yorumundan sonra kendisini milattan önce 4000 yılına göndererek vatana millete hayırlı bir iş yaptım. Verimli geçen bir haftaydı. Diğer akrabalarımın ziyaretlerini heyecanla bekliyorum.

2 Mart 2010 Salı

YOL YORGUNLUĞU

Çok uzun zamandır buralarda değildim sevgili okur. O ülke senin bu ilke benim, seminerden seminere koşturdum. Bilim dünyasının da işte böyle güzellikleri oluyor bazen. En son İsviçreli bilim adamlarıyla birlikte bir proton ayrıştırma deneyi yaptık evlere şenlik. Bu arada evet İsviçre'de gerçekten bilim adamları var ve gerçekten de diş macunları üzerine çok derin araştırmalar yapıyorlar. E tabi adamların işi gücü kalmamış, para da bol. Bizde meşhur bir laf vardır ya "Arap yağı bol bulunca bir tarafına sürermiş" misali bunlarda da diş macunundan bol bir şey yok. Her yere sürüyorlar. İnanmazsınız belki ama tuvalet kağıtları bile diş macunu kokuyordu. Neyse efendim gelelim proton ayrıştırma deneyine. Tabi bu deneyi de yine diş macunu üzerinde denediler. Nötron, elektron derken sıra protona geldi. O da ayrıştı falan ortada hiç bir şey kalmadı. Neymiş efendim deney sonucuna ulaşmış. Eeee ne oldu şimdi dedim. "Ayrıştırdık" dediler. Bir kafa atasım geldi zor tuttum kendimi. Her şeye rağmen yolculuk iyi geçti. Konuya komşuya, akrabaya çikolata, buzdolabı magneti falan aldım geldim. Laboratuvarımı özlemişim. Hemen bir kaç deney yaptım. Bir tanesinin sonucunda yeni bir diş macunu buldum, hemen attım çöpe, illallah geldi beee.

3 Ocak 2010 Pazar

DOMUZ GRİBİ İÇİN İLAÇ TARİFİ

Aylardır bir domuz gribi muhabbetidir gidiyor. Memlekette domuz yok gribi var. Ama merak etmeyin ilacı da var. Daha önce de bir domuz gribi ilaç tarifi vermiştim fakat mutasyona uğrayan virüs için yeni bir tarif hazırlamak farz oldu.
Ben yıllardır elceğizlerimle kendi laboratuvarımda üretiyorum ilaçlarımı. Hem mis gibi oluyor hem de dışarıda ne kullandıkları belli değil, ben tertemiz tiril tiril malzemelerle, eldivenle boneyle yapıyorum, param da cebime kalıyor.
Üşenmedim çıktım toplu taşıma araçlarına bindim, sokak sokak dolaştım, ahalinin arasına karıştım. Bir paket de kağıt mendil aldım yanıma. Hapşırmaya yeltenenin dayadım burnuna mendili. Öncekilerden deneyimli olduğum ve hızlı bir koşucu olduğum için de pek bir zaiyata uğramadım bu sefer. Sonra laboratuvarda çözümledim virüsü ve etken maddelerle miktarlarını belirledim. Buyrun size domuz gribi için ilaç tarifi:

200ml lik bir beher kabı alıyoruz. İçerisine 1000 mg parasetamol koyup yeşil ve köpüklü olana kadar kaynatarak çırpıyoruz. Sıvı 110 dereceye geldiğinde ateşten alıp 65 dereceye gelene kadar soğutuyoruz. İçine 12.5 mg Doksilamin süksinat ekleyip yine ısıtarak fakat yavaşça çevirerek erimesini sağlıyoruz. Bu işlemi, karışım pembeleşinceye kadar yaklaşık 35 dakika boyunca uyguluyoruz. Pembeleşen karışıma 30 mg Dekstrametorfan hbr ekleyip hafifçe sallayarak maddenin homojen bir biçimde karışıma yayılmasını sağlıyoruz. Ardından 60 mg Psödoefedrin hcl de ekleyip karıştırıyoruz ve soğuyarak katılaşmasını bekliyoruz.
Bu karışımı ben kalp şekilli kalıplara dökerek katılaştırıyorum ama siz kelebek, çiçek ya da ayıcıklı kalıplar da kullanabilirsiniz. Afiyet olsun... pardon geçmiş olsun.